Serdar Adem İşler


Ücretler de Zamları da Fazlasıyla Yeterli / Diyalektik Bakış

Aksaray haberleri, Salihler şehri gazetesi, Aksaray haber


 

                Sözlerime domatesin biberin triger kayışının fiyatından filan bahsederek başlamayacağım elbette. Bu sözler meseleyi sulandırarak dikkat bulanıklığı yaratmaya çalışanların sözleri…  Basit örnekler yani... Ben daha somut örneklerle muhakeme yapmaya çalışacağım müsaade ederseniz.

                Mesela araba ve akaryakıt fiyatlarından hareketle bir beyin fırtınası yapabiliriz. Herkesin malumudur ülkemizde araba fiyatlarının ne kadar uçuk olduğu. Özellikle son iki sene içinde... İkinci el araçlardan bahsediyorum. Sıfırların durumu tam bir facia… Malum ülkemizde iç içe geçmiş birçok vergi çeşidi var. Bu da sıfır otomobil fiyatlarının dudak uçuklatacak bir rakama ulaşmasını sağlıyor. Ama bana göre bu durum ayrıca üzerinde durulması gereken muammalardan biri. Kimsenin araba almadığı bir coğrafyada ister istemez fiyatlar gerileyecektir. Fiyatların alabildiğine uçması alım gücünün gayet yerinde olduğunun göstergesidir. Bu da dolaylı olarak vatandaşın alım gücünün yeterli olduğunu… 

Efendim onlar zengin tabi alır diyeceksiniz. İyi de zengin dedikleriniz maddi güçlerini sınır dışından mı elde etmekteler? Bol vergili sıfır arabaları alanlar ödedikleri paraları ithal etmiyorlar herhalde. Sahte para da basmıyorlardır değil mi?  İçinde bulunduğumuz toplumdan kazanmaktalar. Yok, zenginler de diğer zenginlerden kazanıyorsa o zaman daha fazla kafa yormaya gerek yok. Memleketin tamamı zengin demektir.

                Araba ararken de dikkat ederseniz iki yüz, üç yüz bin kilometreyi devirmemiş olanına rastlamak neredeyse imkansız. Sanki aya gitmişler... İyi de hani akaryakıt fiyatları çok yüksekti. O zaman bu kadar yol yapmanın manası ne? Yolları arşınlayanların sadece zenginler olduğunu, içlerinde açlık ve yoksulluk sınırında olanların bulunmadığını iddia etmeyeceksiniz umarım. Hepsi bir yana yazımı okuyanlar içinde kendisini açlık ya da yoksulluk sınırında olduğunu iddia edenlerin kaçının arabası ya da evi yoktur? Bakın vardır demiyorum. Ya da kaçı her ikisine birden sahip değildir? Yapmayın ya, Allah rızası için. Eğri otursanız da doğru konuşun. Hepimizin arabası da var evi de ama ağzımızı açınca mangalda kül bırakmıyoruz. Duygu sömürüsü…

                Bu arada şunu da belirteyim ki yanlış anlamalarınız kronikleşmesin. Boynunuzda kul hakkı kalmasın. Ben de elbette ücretlere enflasyon oranında zam yapılmasını istiyorum. Ama bunu isterken gerçeklerle bağdaşmayan söylemler kullanılmasına karşıyım. Biz açlık ve yoksulluk sınırında filan değiliz. Eğer öyle olsaydı Afrika’daki gerçek aç ve yoksullar ellerini açtıklarında Allah’a Türkiye’deki gibi araba ve ev sahibi lüks yaşayan aç ve yoksullardan eyle bizi diye dua ederlerdi emin olun. Bizdeki problem yokluk değil kanaatsizlik. Ücretlere her seferinde yüzde elli zam yapılsa, yaşam standartlarımızı yorgandan taşacak şekilde ve haddimizi aşarak yükselteceğimiz için aldığımız ücret yine yetmeyeceği için aynı söylemleri o zaman da söylerdik. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

                Gelelim konumuza. Tekrar ve altını çizerek söylüyorum. Ülkemizde memur ve işçi ücretleri de yılbaşından itibaren yapılan zamlar da fazlasıyla yeterli.   Bakalım öyle miymiş?

                Sözü önce rakamlara verelim isterseniz. TÜRK-İŞ Araştırmasına göre 2020 Kasım ayında;  dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.516,67 TL… Aynı şekilde gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 8.197,62 TL…  Doğrusu ben inanmıyorum. Fitre veren asgari ücretlinin ücretinin aylık fitre toplamından düşük olduğu bir coğrafyada rakamlara asla güvenemezsiniz.

                Bu rakamların gerçeği yansıttığına elbette inanmamı kimse benden bekleyemez. Bunu adı geçen kurumlara güvenmediğim için söylemiyorum. Ben açlık ve yoksulluk sınırının altında ücret aldığı iddia edilen kesimin lüks ve konforlu yaşantısına bakarak söylüyorum. Alıcı gözle bakarsanız eminim siz de görebilirsiniz.

2021 verilerine göre 8/1 polis memurunun maaşı 6.859 TL, lisans düzeyinde 5/1 hemşire maaşı 5.868 TL, 1/4 mühendis maaşı 8.001 TL, 9/1 öğretmen maaşı 6.049 TL, 1/4 vaiz maaşı 6.285 TL ve 1/4 uzman doktor maaşı 9.314 TL…

Bunun yanında bana hiç inandırıcı gelmemekle beraber ülkemizde yaklaşık 7,5 milyon işsiz olduğu söyleniyor. İşsiz olmak yoksul ve aç olmak anlamı taşımıyor. Aksi takdirde bu kadar ev ve arabayı yabancılar mı satın alıyor? Bu kadar yüksek fiyatlı ev ve arabaları alanlar mal varlıklarını yurt dışında yaptıkları ticaret ve hizmetlerden mi kazanıyor? Yapmayın ya, toplum katmanları piramite benzer. En alttan üste doğru harcama zinciriyle refah seviyesi de artar. Bir memleketin memuru işçisi açlık ve yoksulluk sınırının altında olacak ama nüfusun üçte biri kadar araba ve neredeyse nüfusun yarısı kadar ev olacak. Hem de ev ve araba fiyatları astronomik olacak. Bu mümkün mü? Biraz beyin fırtınası yapsanız kendiniz de fark edebilirsiniz. Sonuçta ev ve araba alanlar para basmıyorsa ya da petrol ve benzeri maden yatakları yoksa benim tezimin daha mantıklı olması gerekir.

Ülkemizde asgari ücret ve altında bir ücretle çalışanların sayısı yaklaşık 7,5 milyona denk gelmektedir. Ülkemizde memur sayısı ortalama 2,3 milyon civarındadır. Buna karşılık yine ülkemizde trafiğe kayıtlı araç sayısı yaklaşık 23,3 milyon civarındadır. Bu arabalara binenlerin bu evlerde oturanların hiçbiri işçi ya da memur değil derseniz, işçi ve memur maaşlarının ve zamlarının son derece yetersiz olduğunda sizinle hem fikir olabilirim. Ne dersiniz? Bütün evler ve arabalar parayı nereden bulduklarını açıklayamadığımız türedi zenginler tarafından mı alınmakta? Fiyatların bu kadar uçuk olmasını da alanların bahçelerinden petrol çıktığına ya da şahsi darphaneleri olduğuna filan bağlamayacaksınızdır umarım?

Bu rakamlara inanırsak özellikle açlık sınırında olanların kaburgalarının sayılması gözlerinin ve dudaklarının üzerinde kara sineklerin uçuşması gerekir. Afrika’da açlık sınırında olanların manzarası böyle. Dünyanın neresine giderseniz gidin açlığın resmi budur. Yine yoksulluk sınırında olanların da teknolojinin çok gerisinde bir yaşam sürmesi gerekir. Varsa eğer cep telefonları tuşlu, evleri baraka, sigaraları sarma tütünden olması gerekir. Adı üstünde yoksul diyorsanız bir kesime. Ne yani altlarında gerçek fiyatlarının üç katı arabalar, ellerinde iki üç yılda bir mevcut teknolojiye değişen cep telefonları, evlerinde sadece yemek ve ütü yapmasından aciz son model çamaşır ve bulaşık makineleri, derin dondurucular, klimalar dudaklarının arasında filtreleri ayakkabı topuğu gibi yabancı sigaralar olmaması gerek.

Sizce bizim açlık ve yoksulluk sınırında olduğu iddia edilen kesim hangi manzarayı sergilemekte? Hemen ne yani onların canı yok mu almasınlar mı kullanmasınlar mı, dünyanın nimetlerinden yararlanmasınlar mı diyenleri duyar gibiyim. İşte buna kısa devre mantık, tefekkür kanallarının emboli atması denir. Ben öyle bir şey demedim. Alacaklar tabi ama paraları yok diyen ben değilim. Neyle alacaklar? Almışlarsa neden yoksulluk ya da açlık sınırında diyorsunuz? Mesele bu işte… Ama ne yazık ki bizim açlık ve fakirlik sınırının altında yaşadıklarını söyleyerek kendini acındıranların yaşam standartları hiç de acınacak bir manzara arz etmemekte. İnanmıyorsanız çevrenize alıcı gözle bakın derim. İtiraz edeceğinize…

                Sivil toplum kuruluşlarının verilerine inanmaya kalkarsak ülkemiz nüfusunun aileleriyle birlikte neredeyse yarısından fazlası açlık ve yoksulluk sınırının altında bir ücretle yaşamını sürdürmeye çalıştığı görülür. Ama bana kalırsa sivil toplum kuruluşlarının açlık ve yoksulluk sınırlarını ifade eden rakamları gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Yoksulluk sınırı olarak verilen rakamların açlık sınırı olarak ifade edilmesi halinde gerçeğe oldukça yaklaşılmış olur kanısındayım.

                Bakalım gerçekten öyle mi? Son iki yılda ikinci el otomobil fiyatları üzerinden akıl yürütmek istiyorum. Arabanız var ya da yok, olsa da almak istiyorsunuz ya da istemiyorsunuz fark etmez. Anlatmaya çalışacağım bazı gerçekleri görebilmeniz için ikinci el araç fiyatlarını bir süre araştırmanızı rica ediyorum. Yazımın devamını daha sonra okumanız daha mantıklı olacaktır kanısındayım. Ya da ikinci defa okuduğunuzda amaç hasıl olacaktır.

                Dediğim gibi yaptığınızda yirmi yaşında arabaların yetmiş seksen binden başladığını göreceksiniz. Birkaç sene sonra belki trafikten çekilecek arabalar, bir hafta parkta unutulsa arkeologların başına üşüşeceği araçlar dudak uçuklatan fiyatlarla alıcı buluyor. Bakın satılıyor demiyorum, bayağı alıcı buluyor. Sanki mezat usulü satılıyorlar. Bir şeyin fiyatını satıcı değil alıcı belirler.  Dahası kağıttan kaportalı, kaza anında ortadan ikiye ayrılan ve son derece konforsuz yerli araçlar kırk elli bin lira arasında kuruyemiş gibi satılmakta. Benzin ve mazot gibi akaryakıt fiyatların sözde ne kadar yüksek olduğunu yazıma inanmayanların bile söylemlerinden anlamak mümkün. Hal böyleyken ikinci el araçlarda yüz bin kilometreden aşağı yol yapmış araç bulmamız neredeyse imkansız. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.   

Havayolu ve karayolu yolcu taşımacılığında son yıllarda yaşanan yolcu patlamasından bahsetmeyeceğim. Eminin ona da bir kılıf bulur gerçeği görmek istemeyenler. Mesela yıllık yolcu sayısı 209 milyona ulaşan havayolları ve yaklaşık 663 milyonu bulan kara yolu taşımacılığını tercih edenlerin de zengin olduğunu söyleyebilirler. Bu durumda 83 milyonluk ülkemizde aç ve yoksulu ara ki bulasın…

                Bir memleketin yarısı sivil toplum kuruluşlarının ve yaygaracı basın ve medya tarafından iddia edildiği gibi açlık ve yoksulluk sınırının altında bir ücret alıyorsa kalan yarısı ev, arsa, araba ve benzeri lüks tüketim malzemelerini alsa bile fiyatlarda bu derece artışlar imkanı yok yaşanmazdı. Bu durum ister istemez fiyatları aşağı çekecektir. Olmayan şeyle alışveriş yapılmaz.  Fakat gerçekler bunun tam tersi… Hal böyleyken bu memlekette açlık ve yoksulluk sorunu var diyemezsiniz. İnsaflı olun biraz. Her dönemde bu konu temcit pilavı gibi ısıtılıp servis edilmekte... Amaç mevcut hükümeti zor durumda bırakmaktır. Son elli yıl için söylüyorum, onlarca hükümet geldi geçti ama bu konu  gündemden düşmedi. Demek ki gerçekte böyle bir konu yok. Olsa bile hükümetler değiştiği halde sorunda bir değişiklik olmadığına göre sorunun bahsedildiği kadar ciddi ve gerçekçi olmadığı sonucuna da varılabilir.

                Unutmayalım ki açlık ve yoksulluk sorunu olanlar ev araba cep telefonu gibi lüks tüketim araçlarını tercih etmez. Edemez…  Memleketin genelinde böyle bir talep olmayınca azalan rağbet ister istemez fiyatları geriye çeker. Gerçekte böyle olmuyorsa açlık ve yoksulluk sınırlarının yeniden revize edilmesi gerekir kanısındayım.

YAZARLAR